Otonom Araçlarda Kaza Sorumluluğu
- Arif Gökçek
- 6 Eki
- 3 dakikada okunur

Otonom araçlar insan hatasını azaltma vaadiyle ulaşımın geleceğini şekillendiriyor. Ancak her ne kadar kaza oranlarını ciddi biçimde düşürebilecek potansiyele sahip olsalar da, sıfır risk mümkün değil. Bu da bizi kritik bir soruya getiriyor: Bir otonom araç kazaya karıştığında sorumluluk kimde olacak? Üretici mi, yazılım geliştiricisi mi, kullanıcı mı, yoksa yolu yöneten kamu otoritesi mi? İşte bu nedenle hukuki, etik ve teknik çerçevelerin uyumlu bir şekilde inşa edilmesi şart.
Bugün dünyada farklı ülkeler bu konuda çeşitli adımlar atıyor. Birleşmiş Milletler’in UNECE regülasyonları, örneğin R157 standardı, otomatik şerit takip sistemleri gibi fonksiyonların onay kriterlerini belirleyerek küresel bir ortak zemin yaratmaya çalışıyor. Avrupa Birliği, Genel Güvenlik Regülasyonu ile araçlara zorunlu emniyet donanımları getiriyor ve test sahaları ile “regülasyon sandbox” uygulamalarını teşvik ediyor. Almanya, Level-4 araçların belirli alanlarda insan müdahalesi olmadan trafiğe çıkmasına izin veren yasal altyapıyı oluşturdu bile. ABD’de ise NHTSA gönüllü rehberler ve eyalet bazlı izinlerle daha esnek bir yaklaşım izliyor. Türkiye dahil birçok ülke içinse durum hâlâ pilot uygulamalar ve geçici düzenlemelerle sınırlı. Bu parçalı yapı, özellikle sınır ötesi kullanım ve tazminat süreçlerinde ciddi belirsizlik yaratıyor.
Sorumluluk meselesine gelince tablo daha da karmaşık. Bir kazada üretici, sensör veya yazılım hatasından dolayı doğrudan sorumlu tutulabilir. Yazılım sağlayıcıları, algoritmaların karar süreçlerinden ve eğitim verilerinin güvenliğinden sorumlu olurken; kullanıcılar da aracın güncellemelerini yapmama ya da aracın sınırlarının dışında kullanma gibi durumlarda kusurlu sayılabilir. Filo yöneticileri, özellikle robotaksi gibi uygulamalarda, operasyonel ihmaller nedeniyle sorumluluk üstlenmek zorunda kalır. Kamu kurumlarının rolü ise altyapı ve yol güvenliğiyle doğrudan ilişkili; yanlış işaretlemeler veya yetersiz V2X altyapısı kazaya katkıda bulunduysa kamu tarafı da sorumluluk sürecine dâhil olur.
Bütün bu karmaşık tabloyu çözmek için teknik kanıtların güvenilir ve şeffaf olması gerekiyor. Olay anındaki verilerin tutulduğu kara kutular (EDR), sensör çıktıları, yazılım sürüm geçmişi ve telemetri kayıtları, kimin hangi anda ne yaptığını göstermek açısından kritik. Ancak bu kayıtların üretici lehine manipülasyona açık olmaması, güvenlik kadar adalet açısından da zorunlu. Bu nedenle kara kutu verilerinin yalnızca üreticinin erişiminde olmaması, bağımsız kurumlar tarafından denetlenebilir ve doğrulanabilir şekilde tutulması gerekiyor. UNECE ve AB regülasyonları, bu verilerin kaydedilmesi ve erişim standartlarını belirleme konusunda ilerleme kaydediyor; ancak henüz küresel düzeyde bağlayıcı bir denetim metodolojisi bulunmuyor. Kaza sonrası inceleme süreçlerinde kullanılacak veri analiz yöntemlerinin açık, erişilebilir ve denetlenebilir olması da hukuk güvenliği açısından büyük önem taşıyor.
Etik boyut ise teknik ve hukuki tartışmalardan bile daha karmaşık. Kaçınılmaz bir çarpışma anında aracın önceliği yolculara mı vermesi gerekir, yoksa yayaları mı koruması? MIT’nin Moral Machine projesi, bu soruya verilen yanıtların kültürden kültüre değiştiğini gösterdi. Kimi toplumlar yayaları korumayı öne çıkarırken, kimileri yolcuların güvenliğini öncelikli görüyor. Bu nedenle pratikte, regülatörlerin tercih ettiği yaklaşım genellikle trafik kurallarına uyum ve şeffaf politika oluyor: yani aracın nasıl davranacağı önceden test edilmiş, belgelenmiş ve düzenleyici kurumlarca onaylanmış olmalı.
Çözümler için önerilen modeller arasında, ürün sorumluluğu ile operasyonel ihmalin birlikte değerlendirildiği hibrit sistemler öne çıkıyor. Bu modelde, hata tasarım ya da yazılımsal bir eksiklikten kaynaklanıyorsa üretici sorumlu tutuluyor; işletme ya da bakım ihmali varsa kullanıcı veya operatör devreye giriyor. Sigorta sektörü de bu yeni döneme uyum sağlıyor: üretici kusurlarını kapsayan poliçeler ya da filo bazlı sigorta paketleri giderek önem kazanıyor.
Teknik tarafta güvenliğin temeli, çoklu sensör kombinasyonları, redundant sistemler, simülasyonlarla desteklenen doğrulama süreçleri ve açıklanabilir yapay zekâ uygulamalarından geçiyor. Yazılım güncellemelerinin güvenliği, siber saldırılara karşı koruma ve veri şeffaflığı artık sadece mühendislik meselesi değil, aynı zamanda yasal bir zorunluluk.
Sonuç olarak, otonom araçların güvenlik vaadi ancak hukuk, teknoloji ve etik birlikte ilerlediğinde gerçekleşebilir. Ne yalnızca üreticiler, ne yalnızca kullanıcılar, ne de yalnızca devletler bu sorumluluğu tek başına üstlenebilir. Ortak koordinasyon mekanizmaları kurulmazsa, bir kaza anında yaşanacak tartışmalar teknolojinin kendisinden daha yıkıcı olabilir. Toplumun güvenini kazanmak için hem regülasyonların uyumlu hale gelmesi hem de üretici ve kamu otoritelerinin şeffaflık ilkesini benimsemesi şart.
Otonom araçların geleceği, yalnızca algoritmaların ne kadar iyi karar verdiğiyle değil, bizlerin bu kararları hangi çerçevede kabul edip denetlediğimizle belirlenecek.




Yorumlar